Bu Blogda Ara

14 Ekim 2010 Perşembe

Sabit Fiyat Kime Yarar Kime Zarar

13 Eylül 2010 tarihinde yayınlanmıştır.


Geçen gün gazetede bir haber okudum. Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) boru hattında yapılan işletme anlaşmasında Türkiye bölümünü işleten BOTAŞ İnternational Limited’in (BIL) kısa süre önce atanan Genel müdürü İbrahim Palaz ile yapılan bir ropörtaja yer verilmiş. Haberde, Türkiye ile BTC hattının sahibi konumundaki İngiliz BP şirketi arasında belirlenen varil başına 0,35 cent ücret ile 40 yıl boyunca sabit fiyattan yapılan anlaşmanın Türkiye adına utanç verici olduğundan yakınmış.

BTC hakkında pek fazla bilgim olmadığı için haberi dikkatle okumaya devam ettim. Bir yandan da finansal açıdan 40 yıl boyunca sabit fiyattan yapılan bir anlaşmanın ne derece mantıklı olabileceğini anlamaya çalıştım. BTC hakkında da kısaca bilgi edindim sizlerle de bunu paylaşmak istiyorum.

Hazar petrollerini Türkiye üzerinden dünyaya servis eden BTC, 2 haziran 2006 yılında petrol sevkiyatına başlamış. Hattan bugüne değin geçen 50 ayı aşan dönemde 950-960 milyon varil ham petrol taşınmış. Buraya taşınan petrol ise tankerler aracılığıyla tüm dünyaya pazarlanmaktaymış.

Yapılan anlaşma kapsamında BIL’in, 40 yıl boyunca taşınan her varil petrolden 35 sent sabit ücret alacağı öngörülmüş. BTC hattının sahibi konumunda bulunan İngiliz BP ile yapılan işletme anlaşmasının gereği bu şekildeymiş. BOTAŞ bu konu hakkında tahkim’e başvurmuş ve bir dizi talepte bulunmuş. Bu taleplerden bir tanesi sabit fiyattan vazgeçilerek her yıl %3 oranında fiyat artışına gidilmesiymiş.

Bu verilerle yapılan anlaşmayı finansal açıdan incelersek ilginç sonuçlar elde edeceğimize inanıyorum. Bazı hesaplamaları ben yaptım bu nedenle verdiğim rakamlara itibar etmeyenler gidip kendileri de hesaplayabilirler.


*Temmuz ayı itibariyle varil/adet

Yıllık ortalama 250 milyon varil petrol taşındığı düşünülürse 35 sent ücretten 87,5 milyon dolar kazanç elde edilir. Bu da 40 yılda “NOMİNAL” olarak 3,5 milyar dolar civarında bir rakama denk gelir.

40 yıllık bir süreçte dolar’ın değeri doğal olarak hep aynı kalmayacaktır. Sabit olarak verilen 35 sent fiyatta artış olmazsa reel değer hergeçen gün biraz daha azalacaktır. Doların yıllık ortalama %3 civarında enflasyon etkisiyle değer kaybettiğini varsayarsak 40 yıl boyunca elde edilecek “REEL” kazanç 2 milyar dolar olacaktır. Aradaki 1,5 milyar dolara yakın servet kaybı çaktırmadan BOTAŞ’ın cebinden çıkıp diğer ortaklar arasında paylaşılmış olacaktır. Tabi bu varsayımı yaparken diğer ortakların anlaşmalarının bu şekilde sabit fiyattan olmadığını düşünerek yapıyorum.

40 yıllık sabit fiyat getirisiyle böylesine bir anlaşmaya imza atan kendilerine de finans uzmanı sıfatı yakıştıran yurttaşlarımızı tebrik ediyorum. Bu kadar karlı bir anlaşma yapmak herkesin harcı değildir hakikaten.

13 Ekim 2010 Çarşamba

Hani Avrupa Birliğine Girecektik:)

02 Haziran 2010 tarihinde yayınlanmıştır.

Bu gece biraz aylak kaldım ve üniversite 1.sınıftayken yazdığım yazıları tozlu dosyaların arasından bulup tekrar okudum. Avrupa Birliği'ne ha girdik ha giriyoruz diye gündüz vakti havai fişeklerle kutlama yapıldığı dönemleri değerlendiren ve zamanında büyük ihtimalle bana ödev olarak verilen alaycı bir tavırla yazılan bu değerlendirmeyi herkesin okuması için buraya aynen geçiriyorum. Tabii tecrübesizliğin de getirdiği bazı yanlış değerlendirmeler var ve bunları düzeltmek zor geldi maalesef, okurken yazılanların 17 yaşında birinin elinden çıktığını gözönüne alarak okuyunuz.

Avrupa Birliği güçlü Avrupa Devletleri tarafından kurulan ve sonradan tüm Avrupa devletlerinin katıldığı, Amerika Birleşik Devletlerinin ekonomik, sosyal ve askeri bakımdan gerisinde kalmamak amacıyla oluşturulan bir topluluktur.

Türkiye ise; ekonomik ve sosyal yönden zayıf, günden güne işsizliğin-enflasyonun arttığı, en küçük olaylarda bile eski bir gemi misali batıp çıkan bir ekonomiye sahip, parasının değeri her geçen gün azalan, önemli bir nüfusunun açlık sınırının altında yaşadığı, sosyal yaşam düzeyinin çok dengesiz olduğu bir durumdadır.

Avrupa Birliğinden bakıldığında Türkiye; her geçen gün AB uyum yasalarını kabul eden, her şeyini AB’ye göre düzenleyen, AB’ye girmeyi gözüne kestiren, AB’ye katılmak için herşeyini vermeye hazır her dayatmaya gözü kapalı evet demeyi hedeflemiş durumdadır.

Şu an herkes Türkiye’de AB’ye girince neler olacak?, Hayatımız nasıl değişecek?... gibi konulara odaklanmış durumdadır. Tabiki bütün konular olumlu yönde. Bunlara örnek verirsek; işte işsizlik olmayacak, uygar bir toplum olacağız, paramızın değeri artacak, aç yaşayan insan kalmayacak, suç oranı azalacak, herkes emeğinin karşılığını alacak, herkes okuyacak, Türkiye refaha erişecek, herkes mutlu mutlu yaşayacak... deniliyor. Bir Allah’ın kulu da çıkıp demiyor ki; AB’ye girince hayatımızda hiçbirşey değişmeyecek, ne yaparsak kendimiz yaparız.

Ne yani AB’ye girince havadan iş mi yağacak da işsizlik olmayacak, biz şu an uygar değilmiyiz ki AB’ye girince uygar olalım, biz kendi kendimize “ÇALIŞMAZ-ÜRETMEZ-OKUMAZSAK, bizim paramızın değeri de azalır, açlık sınırında yaşayan da olur, suç oranı da artar.

Ben nedense hala AB’ye girmenin bize ne yararı olacağını tamamiyle anlamış değilim. İlla ki çağdaş uygarlık seviyesinde Türk halkı en iyi şekilde yaşamak istiyor ki bunun için AB’ye girmeye gerek yok, neden AB’yi örnek alıp da gerekli düzenlemeler ona göre yapmıyoruz da misal AB sizin babanız o ne derse o olur duruma düşüyoruz. İlla ki AB’nin bizi uyarıp işte şunu yapın, bunu yapmayın demesine neden boyun eğiyoruz, yoksa TÜRK HALKININ KAFASI ÇALIŞMIYORMU?

Neredeyse Türkiye’nin yarısından fazlası AB’nin iyi bir şey olduğunu fakat gerçekte neler olacağını bilmemektedir. Daha çoookkk elektriksiz, susuz, altyapısız köyler/şehirler varken ekonomisi darmadağınken, işsizliği 3 milyonu geçmişken, insanları yarı aç/tok gezerken Türkiye’nin AB’ye girip de ne yapacağını kimse anlamış değil.

Avrupa Birliği kendini Hristiyan kulübü olarak göstermemek ve Müslüman aülkelerle iyi ilişkiler kurmayı hedeflerken, kendini dost göstermeye çalışırken acaba Türkiye neyi hedefliyor.......

İşletme Nedir?

02 Haziran 2010 tarihinde yayınlanmıştır.


İşletmeler; belli ölçüde kar elde etmek ve hizmet yaratmak amacıyla üretim faktörlerini bilinçli ve sistemli olarak bir araya getirip tüketicilerin istek ve ihtiyaçları doğrultusunda mal ve hizmet üreten veya pazarlayan ekonomik, sosyal ve teknik kuruluşlardır. İşletmeler varolabilmek ve amaçlarına ulaşabilmek için belli bir organizasyon yapısına ihtiyaç duyarlar. İşletmelerin amaçlarına ulaşabilmeleri için çeşitli sorumlulukları yerine getirmeleri gerekmektedir. Bu sorumluluklar hiyerarşik bir şekilde paylaşılmalı ve işletme amaçlarına ulaşma belli bir koordinasyon çerçevesinde yapılmalıdır. İşletme içi bu koordinasyonu sağlayan süreç ise yönetim sürecidir. Yönetim; ortak bir amacı gerçekleştirmek için bireysel ve grupsal çabaların koordinasyonunu sağlama ve amaca yöneltmektir. Yönetim süreci; hazırlık, uygulama ve denetim olmak üzere üç ana evreye ayrılmaktadır. İşletmelerde yönetim süreci hazırlık evresiyle başlar. Öncelikle yapılacak işlerin kaynak kullanımını tespit etmek gerekmektedir. Bir işe başlarken üretim sürecinde gerekli girdilerin belirlenmesi, çalışan personelin seçilmesi...gibi konular ele alınır. İkinci evre uygulama sürecidir. Burada üretim sürecinin gerçekleşmesi, çıktıların elde edilmesi ve dağıtılması...gibi süreçler çerçevesinde iş akışı sağlanır. Son olarak denetim evresinde ise; personelin ve projelerin değerlendirilmesi...gibi organizasyonun kontrol faaliyetleri gerçekleştirilir. Bir organizasyonda yönetim sürecinin gerçekleşmesi dahilinde, halkla ilişkiler ve imaj meselesi.. gibi yani bir marka yaratarak işletmenin insanlar tarafından benimsenmesi ve tercih edilmesini sağlayan tanımlayıcı faaliyetlerinde gözönüne alınması gerekmektedir.

İşletme organizasyonunun gerçekleşmesinde gerekli olan tüm etmenler(kaynak kullanımı, iş akışı, kontrol faaliyetleri, tanımlama faaliyetleri) birbirlerini tamamlayıcı biçimde, belli bir uyum içerisinde olmak zorundadırlar. Bu uyumu sağlayacak (Homeostatik faaliyetler) faaliyetlerin uygulanması işletmenin amacına ulaşabilmesi için büyük önem arz etmektedir. Çünkü bütün etmenler bir şekilde birbirine bağlıdır ve tıpkı domino taşlarının dizilişi gibi herhangi birindeki değişiklik bütün sistemi bozacak güce sahiptir. Bir işletmede homeostatik faaliyetler olmazsa o işletme amacına ulaşamaz ve yok olmaya mahkum olur.

Herhangi bir işletmede homeostatik faaliyetlerin kusursuz bir biçimde uygulanabilmesi için iyi bir yönetim sürecine ihtiyaç vardır. Yönetim süreci organizasyonu sağlamada işletmelerin olmazsa olmazları arasında en tepede yer almaktadır. Bu nedenle işletmeler ile yönetim arasında ayrılmaz bir bağ vardır.

Ekonomik Takvim

Canlı Ekonomik Takvim Investing.com Türkiye tarafından sağlanmaktadır, lider finans portalı.